Sayfalar

31 Mayıs 2011 Salı

Atatürk'ün bilinmeyen yönleri

 Askerliği ulvi görür, siyaseti severdi!




Askerlik mesleğini, vatanı kurtarmak amacı ile, mecbur kalındığı için yapılan ulvi bir görev olarak görürdü. Esas misyonu devrimciliği ve devlet adamlığı idi. Dikkat edilirse, Atatürk askeri dehasını daima anavatan toprakları üzerinde, istilâcılara karşı yaptığı savaşlarda göstermiştir. Çanakkale savaşı öyledir, Kurtuluş savaşı da. Hep düşmanı vatanın bağrından söküp atma savaşlarıdır bunlar. Hiç bir zaman, toprak hırsı ve yeni yerler almak için yapılmamıştır. İşgal altındaki Doğu Trakya, bir kurşun dahi sıkılmadan kurtarılmıştır. Hatay'ı almak için, blöf yapmıştır ama bir kurşun dahi sıkılmasına müsaade etmemiştir. Hatay'ın bize verilmesinde Fransa'nın gösterdiği diplomatik oyalama taktiklerine çok üzüldüğü sıralarda kendisine "Paşam ne üzülüyorsun, bir alay asker gönderip hemen ilhak edelim " diyenlere," Hayır bunu yapamayız! Bir alay askerle Hatay'ı anavatana katarız ve Fransa bu kadar uzaklardan müdahale etmeyi göze bile alamaz, doğru! Fakat, büyük bir milletin Onuru söz konusudur. Onların Onurunu kırmış oluruz. Ya bunu bir Onur meselesi yaparlarsa?.. Onun için, bu işi barış yoluyla halletmeliyiz !" demiştir.



 Büyük Taarruz Zaferi'nin sevincine hüznü karıştı!



(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk' 1999, s 75 )



1922 yılı Ağustos'unun 26'sında şafakta başlayan Büyük Taarruz altı gün altı gece devam etmiş ve Mehmetçiklerin aslan gibi saldırmalarıyla düşmanın büyük bir kısmı kılıçtan geçirilmiştir. 31 Ağustos'ta güneş Türklerin büyük zaferini kutlamak için doğmuştu sanki... Atatürk'ün yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor; Aynı günün sabahı Atatürk harp sahasını dolaşıyordu. Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu. Büyük asker bu manzara karşısında çok rahatsız oldu ve " Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır. Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar.!" demiş ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar hiç bir yerli ve yabancı gazetecinin bölgeye sokulmamasını kesin olarak emretmiştir. Görülüyor ki, Büyük Taarruz sonunda, büyük bir zafer kazanmış olmanın sevinci değil, adeta hüznü vardır içinde. Çünkü, yerlerde yatan cansız düşman askerlerinin feci durumu O’nu ziyadesiyle üzmüş, "Biz isteyerek yapmadık, bizi buna mecbur ettiler! " diyerek kendini teselli etmiştir.



Madam Corinn'e ihtiraslarından bahsediyor!



(Emre Kongar, 'Atatürk' 1980, s. 180)



1914 yılı Ocak ayında Sofya'dan Madam Corrin'e yazdığı bir mektupta Mustafa Kemal hırslarını tümüyle şöyle tanımlıyor:



"Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza edeceğim "



Enver Paşanın O’nun için söyledikleri



(Emre Kongar, 'Atatürk', 1980, s.229)



1917 Çanakkale savaşlarından sonra Doktor Nazım ve bir başka nüfuzlu İttihat ve Terakki üyesi komutan aralarında konuşmakta iken, Enver Paşa birden içeri girince susmuşlar. Başkumandan ( Enver Paşa) merakla: "Herhalde bana dair bir şeyden bahsediyordunuz? Söyleyin bakalım! demiş. "Mustafa Kemal'in niçin terfi ettirilmediğini konuşuyorduk !" cevabını vermişler. Enver Paşa: "İşte!" demiş ve cebinden Çanakkale kahramanını tuğgenerallik rütbesine çıkaran tezkeresini göstermiş, sonra şunu ilâve etmiş : "Ama biliniz ki, O hiç bir şeyle memnun olmaz! General olur, korgenerallik ister! Korgeneral olur, orgenerallik ister! Orgeneral olur, müşirlik ister! Müşir yapsanız, bununla da yetinmez, Padişahlık ister!" Şevket Süreyya Aydemirin hatıralarında yazıldığı üzere, Mustafa Kemal'e Enver Paşanın bu sözleri nakledildiği zaman kahkahalar ile gülerek cevabı şu olmuştur; 'Ben, Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim!"



Tanrıdan Kurtuluşa kadar ömür niyaz etti!



(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk' 1954, s.,316)



Erzurum'da ilk kongreyi kurmakla meşgul iken, İstanbul Hükümeti de, durumdan fena halde kuşkulanarak, Sivas, Bitlis, Van ve Erzurum Vilâyetlerine "Mesleki askeriden müstafi sabık paşa Mustafa Kemal efendi elyevm nerededir? Ne ile meşguldür? Ne tavır ve meslek takip etmektedir? Serian işarı!" diyen telgraflar çektiği zaman, Erzurum Vali Vekili bulunan Kadı Mehmet Hilmi Efendi de telâşa düşmüş, ne cevap vereceğini bilemeyerek, bir yandan İstanbul Hükümeti'ne ; "Hal-i hazırdaki vaziyetine nazaran, kendisi ikametgâhında bulunarak, hususat-ı şahsiyesiyle meşgul olduğu ve hariçle nadiren ihtilâtta bulunduğu anlaşılmıştır." diye cevap verirken, aynı zamanda, meseleyi Mustafa Kemal Paşaya da bildirmişti.



Bu cevabı görünce gülen Mustafa Kemal Paşa "Hocam, cevabın güzel ama, bakalım inandırabilecek misin?" demişti. "İstanbul'dakiler de, vakıa, içleri rahat etmek için böyle bir cevap isterlerse de beni bilirler. Benim hususat-ı zatiyem, milletin işlerinden ibarettir. Yoksa, yazdığın gibi, evime çekilir, yan gelir yatardım. Ne çare ki, yatsam da, milletin mukadderatını düşünürken gözüme uyku girmez. Ama sen tekrar sorarlarsa yine böyle de. Hatta sizlere ömür, vefat etti de" Bu söz üzerine teessürle Kadı Mehmet Hilmi Efendi: "Allah esirgesin Paşam ! Öyle söz olur mu? İnşallah daha çok yaşarsınız!. " deyince, Mustafa Kemal Paşanın cevabı şu olmuştu ; "Daha pek çok değil, yalnız milleti ve vatanı kurtarıncaya kadar. Allah'tan başka bir şey istemem!"



Gerçekten, Atatürk 57 sene gibi kısacık ömrü içinde, hem Kurtuluş mücadelesini başarı ile sonuçlandırdı hem de "En büyük eserim!" dediği Cumhuriyeti kurdu. Bunlar da yetmedi, odak noktası lâiklik olan, çağdaşlaşma reformlarını çok kısa bir zamanda ard arda gerçekleştirdi. Herhalde arzu ve emellerinin çoğunu gerçekleştirmiş olduğu için, ebedi istirahatine huzur içinde çekildi, "gözleri açık olarak " değil!



Kâzım Karabekir Paşaya sürpriz çıkışı



(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk', 1954, s. 40)



Atatürk, 1923 Mart'ında Konya'ya gitmişti! Halka yol göstermek, onları yapacağı devrimlere hazırlamak için her fırsatta nutuk söylüyor ve bunları o zaman Anadolu Ajansı'nı temsil eden muharrir İsmail Habib not ederek kendisine götürüyor, okuyor, sonra Ankara'ya telliyordu. Konya'dan ayrılacağı gece İsmail Habib, Atatürk'ün son nutkunun temize çekilmiş şeklini Ona götürdü. Atatürk, bu nutku evvelkilerden daha çok beğenmiş olacak ki karısına;" Çocuğa kadeh getirsinler!" dedi. Fakat, o sırada Bayan Lâtife, Atatürk'ün içki kullanmasını hoş görmüyor, vazgeçirmek, hiç olmazsa azaltmak istiyordu. Bunun için yumuşak bir sesle cevap verdi; "Gece yarısı buradan gidilecek diye bütün şişeleri trene yollamıştık !".



Atatürk köpürdü... "Nasıl olur? Misafirimize karşı da mı?" İster istemez şişeler getirildi. Bu sırada Atatürk'ün eski ve teklifsiz arkadaşlarından Bay Muhtar geldi. Ona İngiliz Muhtar derlerdi. Atatürk, ona: "Dinle bak, Muhtar, nutuk nasıl söylenirmiş! " dedi ve İsmail Habib'e de nutku okumasını emretti. Bay Muhtar aldırmadı. "Dinlemeye lüzum yok; çok güzeldir." dedi. Atatürk: "Neden?" diye sorunca, Muhtar: "Aksini söylemek ne haddimize?" diye cevapladı. Atatürk: "Zevzekliği bırak da dinle! " diye kestirip attı. Nutuk okunduktan sonra Bay Muhtar bu sefer gayet ciddi bir tavırla hükmünü verdi: "Sahiden çok güzel!" Atatürk, içki verilmesini söyledi. İngiliz Muhtar kadehini kaldırdı: "Yaşasın Başkumandan!" diye haykırdı. Atatürk'ün kaşları çatıldı ve sesi yükseldi: " Niçin, Mustafa Kemal demiyorsun? " İngiliz Muhtar :"Hele, ne olur ne olmaz, daha epeyce zaman Başkumandanlık sizde kalsın!" deyiverdi.



O sıralarda, ortalığı bulandırıp külah kapmak isteyenler, din ve şeriat perdesi ardında şahsi ihtiraslarını dolu dizgin koşturanlar vardı. Atatürk büsbütün sinirlendi ve meydan okudu: "Sen kuvveti Başkumandanlıktan mı aldığımı sanıyorsun? Dinle bir hatıramı anlatayım; Hani ben 1919'da Erzurum'da Ordu Müfettişliğinden, askerlik mesleğinden çekilip de milletin bir ferdi olarak kalmıştım ya. Oradaki Ordu Komutanı (Kâzım Karabekir Paşa) artık emirlerimi dinlememeğe başlamasın mı? Hemen makama gittim: Paşa, Paşa, dedim, size o emirleri bu omuzdaki yıldızlar vermiyordu! Mustafa Kemal veriyordu! O yine karşınızdadır, yazınız! Yazdı ve emrim yerine getirildi. Fakat, oradan ayrıldıktan sonra kendi kendime sordum: "Ya bu adam zile basıp da gelen askere Tosta, şunu dışarı çıkar!' deseydi." Atatürk koltukta doğruldu ve sesini yükselterek ilâve etti: "Fakat diyemezdi, Muhtar! Karşısında Mustafa Kemal vardı!" Bay Muhtar kadehini tekrar kaldırdı ve haykırdı: "Yaşasın Mustafa Kemal!"



Askeri elbiselerini hibe etti



(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk', 1999)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok önemli.....
Lütfen;
bir :)) bile olsa yorumlarınız beni mutlu edecek..