Sayfalar

10 Ocak 2010 Pazar

Doğum Günü Hediyesi

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.

"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"

İşte Sevgi Bu

Oldukça yogun bir sabah.. Tahminen saat 8:30 da seksenlerinde,yasli
bir adam basparmagindaki dikisleri aldirmak üzere içeri girdi. Çok acelesi
oldugunu söyledi, zira saat tam 9:00 da bir randevusu varmis. Onun canli
titresimlerini hissettim adeta ve kendisine oturmasini söyledim.
Çünkü tedavisinin bitmesi ve onun birisini görmesi en azindan bir saat
sürerdi. Saatine baktigini görünce, baska bir hastam da olmadigi için
yarasi ile ben mesgul oldum. Tetkik ettigimde yaranin çok güzel iyilestigini
görünce doktorlardan birisine bantlari açmasini ve yeniden sarmasini
söyledim. Yaranin tedavisi esnasinda konusmaya basladik. Bu kadar
acelesi olduguna göre acaba bu sabah bir doktorla mi randevusu oldugunu sordum.
Bana hayir diye cevap verdi. Bana bakimevine gidip esi ile kahvalti etmek
için acelesi oldugunu söyledi. O zaman esinin sihhatinin nasil oldugunu sordum.
Bana orada uzun bir süredir kaldigini ve Alzheimer hastaliginin bir
kurbani oldugunu nakletti. Konusurken yarasini da sarmis bulundum ve
karisi onu beklerken biraz da geç kalmis olmasindan dolayi acaba esiniz
endise duyar mi dedim. Bana bes seneden beri onun kim oldugunu bile
bilmedigini ve kendisini tanimadigini söyledi. Sasirmistim. "sizi tanimadigi halde
yine de her sabah onu görmeye mi gidiyorsunuz?" . elimi oksayarak gülümsedi.
O beni tanimiyor ama ben halen onun kim oldugunu biliyorum" dedi.

Deniz Yıldızı

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.

Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...

Öğretmek Sevmekle Başlar

Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.

Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve ayni çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176'sinin olağanüstü bir basari gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.

Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yasadıkları için, her biriyle buluşma sansı oldu.
"O koşullarda nasıl bu kadar basarili oldunuz?" sorusuna verdikleri cevap hep ayniydi: "Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde."

Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, basarili birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.

Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:
"Çok basit" dedi, "Ben o çocukları çok sevdim

Her defasında farklı

Bir zamanlar bir masalcı varmış. Ancak yalana ve haksızlığa tahammülsüzmüş.
Sivri dilini sakınmadığı, bir kara gönüllü onu padişaha şikayet etmiş. “Onun
cümleleri değil bunlar, başkalarından çalıyor,” demiş. Padişah masalcıya bir
gecede 444 satır yazmasını emretmiş. Bütün gece ağlamış masalcı. Yıldızlar
masalcının bu çaresiz gözyaşlarına acımışlar ve tek tek inip yeryüzüne, yan yana
gelip 444 satır oluşturmuşlar. Padişah altınlarla ödüllendirmiş masalcıyı. Kara
gönüllü yine fısıldamış padişaha. “Aynısını yazsın. Eğer aynısını yazabilirse
yeniden, zaten onundur bu dizeler.” Yıldızlar tekrar inmişler yeryüzüne. Ne
yapsalar ne etseler aynı satırları oluşturamamışlar. Başka başka binlerce satır
olmuşlar ve masalcı, padişahın emriyle başından olmuş.

O gün bugündür gökkubbe altında yaşanmadık duygu söylenmedik söz yoktur. Ama her
defasında aynı sözcükler başka cümleler oluştururlar ve gökkubbede yaşanmış tüm
duyguları farklı seslerle anlatırlar.

Yoksul Adamın Akıllı Kızı

Yoksul köylerin en yoksulunda, yoksul mu yoksul bir aile yaşarmış. Bu aile o kadar yoksulmuş ki cok ender yemek yediklerinden su bile içmezlermiş.

Malları mülkleri yokmuş, ama çocukları çokmuş. Bir süzgecin ne kadar deliği varsa, onlarda da o kadar çocuk varmış.

Hayatta tek şansları en büyük kızlarıymış.

Her şeye aklı yeten bu kız, diğer kardeşleriyle de ilgilenir, onları da eğitirmiş. Bu yoksul ve kalabalık aileye bir köyün ağası acımış.

''Açlıktan öleceksiniz. Sana şu tarlayı veriyorum, üzerine ev de yaparsın, kalanını da eker, diker, çocuklarının ekmeğini çıkartırsın.''

Yoksul ailede sevinç bir bahar rüzgarı gibi esmiş o gece. Herkes güzel yarınların rüyasını görmüş.Ertesi gün yoksul köylü tarlaya gitmiş.

Ev yapmak için temel kazmaya başlamış. Bütün gün kazmış, derin bir çukur oluşturmuş. Akşam olurken de çukuru öyle açık bırakıp eve dönmüş.Zaman çok geç olduğundan çukurun üzerini kapatacak birşeyleri bulamamış.

Gece şöyle bir olay olmuş: Tarlanın hemen yanında evi bulunan zengin komşusunun ineği çukura düşmüş ve ölmüş.Yoksul köylü komşusundan çok özür dilemiş,

''Çukuru kapatmak gerekirdi, ama yapamadım. Gece kimse uğramaz diye düşündüm.''

Fakat zengin komşu, ineğin bedelini istiyormuş.Yoksul köylünün ise verecek parası yokmuş. Sonunda kendi aralarında anlaşamadıkları için , ağanın karşısına çıkmışlar. Ağa iki tarafı da dinlemiş, iki tarafa da hak vermiş ve sonunda da:

''Size üç şey soracağım bunlara en iyi cevap veren bu davayı kazanır: Dünyada en şişman şey nedir?

ikinci soru: En hızlı şey nedir?

üçüncü sorumda: "En iyi şey nedir? Size üç gün düşünme fırsatı veriyorum'' demiş.

Kibirli köylü bu sorulara en iyi yanıtları kendisinin vereceğini düşündüğünden hiç telaş etmemiş.

Yoksul ise kara kara düşünmeye başlamış. Büyük kızı babasının neye sıkıldığını anlayınca:

''Ben sana yardım ederim baba merak etme'' demiş.Gerçekten de yardım etmiş...

Üç gün sonra kibirli köylü ve yoksul köylü ağanın karşısına çıkmışlar birinci soruya yanıt:

kibirli köylüden gelir: ''Benim beslediğim domuz. Çok şişman kerata. Her tarafı yağ.''

Köylü ise ;''Dünyada en şişman şey hepimizi besleyen topraktır'' demiş.

İkinci sorunuza cevabım demiş, kibirli köylü: en hızlı şey atımdır. Rüzgar gibi gider''.

''Hayır'' demiş yoksul köylü, '' en hızlı şey düşüncedir''

Üçüncü yanıta gelince:en iyi şey bu dünyada iyilikseverliğ imizdir'' demiş kibirli köylü ağaya yaltaklanarak.

''Bu dünyada en iyi şey, doğanın iyiliğidir. Bakın , o kadar kötü şeyler yapıyoruz ama yine de yaşamaya devam edebiliyoruz. '' demiş yoksul.

Ağa yoksul köylünün yanıtlarını beğenmiş ve bu davayı o kazanmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok önemli.....
Lütfen;
bir :)) bile olsa yorumlarınız beni mutlu edecek..