Sayfalar

10 Ocak 2010 Pazar

TÜRK ASLANLARI KOREDE

Devir Kore Savaşı günleri. Ne idüğü belirsiz bi savaşın içine müttefiklere hoş görüneceğiz diye dalmışız. Amarikalılar, "zaten bizim navy aslanları işi bitirir ama hadi Türkler de istiyor, hevesleri kırılmasın, gelsinler bari" diye hafiften burun kıvırarak karşılamışlar bizim hükümetin savaşa katılma kararını... Vaay, Coni'ye bak. Sen ne zaman adam oldun lan gavur! Sen önce tuvaletine taharat musluğu taktır, kıçındaki b.kla geziyosun...

İlk Türk birliği Kore'ye varmış, diğer müttefik askerlerle birlikte teftiş için sıraya dizilmiş. Bizimkiler tam da Amerikan askerlerinin yanındalarmış. Yalnız Mehmetçikler Amerikan ayılarının yanında biraz çelimsiz kalmış taabi. Amerikalıların komutanı bizim komutanın yanına gelmiş, alaycı bir tavırla, 'Siz bunlarla mı geldiniz Kore'de savaşmaya Hiç gelmeseniz de olurdu canım' diyerekten bizim askerlerden birini şöyle iki yanından sallamış. Askercik sendeleyip düşer gibi olmuş, arkadaşlarından biri tutmuş garibi. Türk komutan bütün sakinliğiyle "Bakın bayım" demiş, (Yani İngilizce olaraktan "look mister" demiş. Hem de herifin konuştuğu Kuzey Virginia aksanıyla söylemiş bunu) "Bu asker size saygısızlık olmasın diye öyle sarsıldı. İsterseniz şimdi tekrar deneyin. Aynı şeyi bir daha yapabilirseniz, biz tasımızı+tarağımızı toplayıp derhal ülkemize geri döneceğiz."

Amerikan komutanı alay eder vaziyette, o çelimsiz dediği Mehmetçiği yine sallamaya çalışmış. Ama çocuğu bir milim bile yerinden oynatamamış. Adam bütün gücüyle bir daha denemiş ama nafile. Amarikan komutanı anlamış taabi yanlışını. Hemen bizim komutanın elini sıkmış, bütün birliği de tek tek alınlarından öpmüş... "Zaten İngilizcenizin mükemmeliğinden anlamalıydım. Beni affedin" demiş.


ZİNCİRLEME

Küçük kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardim eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köse başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnini ilk defa doyurduktan sonra,bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu islik çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce,kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.
Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki,önce fakir adam uyandı,sonra bütün apartman halkı... Anneler,babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp,ölümden kurtardılar...
Bütün bunların hepsi,beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.



BENİM MASKOTUM

89yaşındaki yaşlı adamın hemşireleri ona sürpriz bir parti düzenlemişlerdi. Bu aktif ve uyanık emekli doktorun iki yıl önce bacağı kesilmişti. Zamanının çoğunu tekerlekli sandalyede geçirip bir bacakla yaşamaya alışmak gerçek bir hayat mücadelesini gerektiriyordu.

Aydınlık ve iyi dekore edilmiş odayı aile bireyleri, arkadaşları ve gö*nüllüler doldurmuştu. Yaşlı adam gruba şöyle bir baktı ve hemşirelerden birinin çocuğu olan altı yaşındaki küçük kıza yanma gelmesi için işaret etti. Küçük kıza sarıldı ve onu herkese "Bu kız benim maskotum" diyerek tanıttı. Gruptaki insanlara onunla ilk tanıştıkları günü hala unutamadığım anlattı. Küçük kız odaya girmiş, bir yaşlı adama, bir de tekerlekli san*dalyede bir paçası sıyrılmış pantolona bakmış ve "Protezin nerede?" diye sormuş. Küçücük bir kızın bu kelimeyi bilmesi onu çok şaşırtmış. Küçük kız ona kendi protezini göstermiş ve hikayesini anlatmış. Üç ya*şındayken, bir adam zorla evlerine girmiş, 17 yaşındaki erkek kardeşini öldürmüş ve maket bıçağıyla küçük kızın bacağım kesmiş.

Küçük kız, yaşlı adama şikayet etmemesini, iki ayakla geçirdiği 88 yıl için Tanrıya şükretmesini söylemiş. Şimdi aralarında oldukça özel bir bağ oluşmuş. Küçük kız yaşlı bir adama yardım edebildiği için ken*disiyle gurur duyuyor. Yaşlı adamsa, protezin önündeki bütün engelleri kaldırmasıyla enerjik ve neşeli adımlar atabilen küçük kız sayesinde hayata gülümseyebiliyor.

Hedy J. Dalin



Unutmayın, hepimiz sendeleye sendeleye yürüyoruz. Bu yüzden olsa gerek elele yürümek hepimizi rahatlatıyor.

Emily Kimbrough

İHTİYAÇ DUYULDUĞU AN CESARET

1991yazında kocamla birlikte İrlanda'ya gitmiştik. İyi birer Ame*rikan turisti olarak biz de doğal olarak Biarney Castle'ı ziyaret ettik. Biarney Castle'ı ziyaret eden her turist gibi şüphesiz biz de Biarney ta*şım öptük. Biarney taşına ulaşabilmek için dapdar merdivenlerden tır*manmak zorunda kalıyorsunuz. Yüksekten her zaman korkmuşumdur, açıkçası benim klostrofobim var. Bu yüzden de kocamdan bensiz çıkmasını, sonra da bana çıkıp çıkarmayacağımı söylemesini istemiştim. Kocam geri geldiginde, "Ne düşünüyorsun? Ben de yapabilir miyim, ne dersin?" diye sordum. O yanıtım vermeden iki ufak tefek yaşlı bayan bana yaklaştılar ve "Şekerim, biz yapabildiğimize göre sen hayli hayli yaparsın." dediler. Ve ben Biarney taşım öptüm.

İrlanda'dan döndükten yaklaşık bir ay kadar sonra, meme kanseri olduğumu öğrendim. Radyasyon ve kemoterapi görmem gerekiyordu.

Doktor kemoterapi sonucunda olabilecek her şeyi bana tek tek an*lattı. Saçımı kaybedebileceğimi, mide bulantısı çekebileceğimi, şiddetli ishal olabileceğimi ateşimin yükselebileceğini, çenemin kilitlenebileceğini bir bir sıraladı. Sonra da bana sordu, "Başlamaya hazır mısın?" Evet, kendimi gerçekten başlamaya hazır hissediyorum!"

Tedavinin başlaması için kocamla birlikte bekleme odasında bek*lerken birdenbire çok kaygılandım ve korktum. Kocama döndüm ve "Sence bunu yapabilir miyim?" diye sordum. Karşımızda kemoterapileri henüz bitmiş iki ufak tefek yaşlı bayan oturuyordu! Kocam elimi tuttu ve "Bebeğim, bu aynen Biarney Castle gibi olacak! Onlar yapabiliyorlarsa, sen de yapabilirsin!" dedi. Ve ben başardım,

Cesaretle ilgili şu gerçeği biliyor musunuz? Cesaret insana ihtiyaç duyduğu anda geliyor.

Maureen Corral

YOLUMUZDAKİ ENGEL

Eski çağlarda bir kral yolun tam ortasına iri bir kaya parçası koy*durmuş. Sonra da saklanmış ve bu kocaman kayayı birinin gelip kaldırıp kaldıramayacağım gözlemeye başlamış. Krallığın en zengin tüccarlarından biri adamlarıyla yaklaşmış ve kayanın etrafında şöyle bir dönmüş. Adamların çoğu yolları temizletmediği için kralı suçlamışlar, ama hiçbiri de kayayı yolun ortasından kaldırmak için bir çabada bu*lunmamış. Sonra sırtında yüklüce saman taşıyan bir çoban gelmiş. Kayaya yaklaşınca, sırtındaki yükü yere bırakmış ve kayayı yolun kenarına itmeye çalışmış. Kayayla epeyce itişip kakıştıktan sonra başarmış.

Çoban samanım sırtına geri yükledikten sonra gözü tam kayanın yerinde yolun üstünde duran cüzdana ilişmiş. Cüzdanda bir sürü altın para ve kralın bu altınları yolun ortasındaki kayayı kaldırabilene ba*ğışladığım belirttiği bir not varmış.

Çoban diğer insanların hiç anlayamadığı bir şeyi öğrenmiş: Her engel insana o andaki durumunu geliştirme şansı yaratan fırsatlar sunar.

Brian Cavanaugh


ANILAR ÜZERİNE


MARC'IN ANISINA

Judy ve Jim, oğulları Marc'ı 15 yıl önce kaybetmişlerdi. Diğer bir*çok anne baba gibi Jim ve Judy de iki çocuklarının sonsuza dek onlarla yaşayacağım düşünürlerdi. Bir gün oldukça nadir görünen bir hastalık Marc'ın hayatım almıştı. Ortada hasta olduğuna ilişkin bir belirti bile yoktu. Bu yüzden Jim ve Judy çocuklarına veda etme ve onu ne kadar çok sevdiklerini söyleme şansım yakalayamamışlardı. Oğullarının ölümü onları tam anlamıyla darmadağın etmişti.

Uzun yıllar sonra Judy ve Jim Bermuda'ya tatile gitmişlerdi. Orada çok hoşlarına giden bir heykel beğendiler. Bu bankın üstüne oturmuş kitap okuyan bir çocuğun heykeliydi. Her ikisi de heykele vurulmuşlardı, almayı istiyorlardı, ama heykel çok pahalıydı ve almaya güçleri yetmedi. Jimher ihtimale karşı heykeli yapan sanatçının adım ve adresini almıştı.

Yıllar sonra, Jim, heykeli 50 yaşına giren Judy'ye sürpriz olarak almak istedi. Sanatçının stüdyosunu aradı, ama orada çalışan görevli o heykelden dünyada sadece 10 tane olduğunu söyledi. Bunlardan birini almanın tek yolu sanatçının kendi elindeki orijinal heykeli vermesiydi. Sanatçı Jim'le bağlantı kurdu ve üzülerek karısının bu heykelden asla ayrılamayacağını belirtti. Sanatçı yine de bazı alıcılarla bağlantı kurup heykeli elden çıkarmak isteyip istemeyeceklerim öğrenmeye söz verdi. Sonunda, İngiltere'deki alıcılardan birinin heykeli Jim'e satmayı istediğini öğrendi.

Jim, Judy'e ellinci yaş gününde yıllar önce aşık oldukları heykeli he*diye etti. Judy şaşkına dönmüştü. Orada oturup hayranlıkla heykeli izlerlerken, heykelde daha önceden fark etmedikleri bir şey dikkatlerini çekti. Küçük çocuğun okuduğu kitaba yakından baktıklarında üzerinde "Marc Kitabı" yazılı olduğunu gördüler. İkinci kelime M-A-R-C olarak yazılmıştı, aynen oğullarının kendi adım yazdığı gibi. Judy ve Jim oğullarının sonsuza dek yok olduğunu düşünüyorlardı. Oysa o anne babasına sevgisini annesinin ellinci yaş gününde bile ulaştırmayı başarmıştı. Fiziksel bağlılıklar geçicidir. Sadece sevgi ölümsüzdür.

Denise Sasaki

ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM

Rahip, mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi. O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam "Onu ne kadar çok sevdim." di*yerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Yaşlı adamın yaslı sesi tö*renin asil sessizliğini bozmuştu. Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı, utanç içindeydiler. Yetişkin çocukları alı alı moru mor babalarım yatıştırmaya çalıştılar. "Tamam, baba. Seni anlıyoruz." Yaşlı adam gözlerim dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu. Rahip törene devam etti. Törenin sonunda, aile bireylerim ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı. Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar. O "Onu ne kadar çok sevdim." diye sesli sesli konuşuyordu. Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler, ama o devam etti, "Onu sevmiştim!"

Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaşlı adam git*memekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu. Rahip yak*laştı, "Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum, ama gitme zamanı geldi. Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız." dedi.

Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sev*dim." diyerek söylendi. "Beni anlamıyorsunuz," dedi rahibe "ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim."

Hanoch McCarty, Ed.D,



İnsanoğlunun en büyük zayıflığı, hayattayken insanlara onları ne kadar sevdiğim söylemekte tereddüt etmesidir.

O.A. Battista


BİR ÇOCUĞUN BİLGELİĞİ

Bob'la tanışıp aşık olduğumda 16 yaşındaydım. İki yıl sonra evlendik. Bu aynen gerçekleşen bir masal gibiydi. Birbirimize ve çocuklarımıza aşkımızı, sevgimizi dile getirmeden bir tek gün bile geçirmedik.

Her gece uyumak için yatak odamıza çekildiğimizde gelecekle ilgili planlar yapardık. Fakat kısa bir süre sonra Bob'a lösemi teşhisi kondu. 18 ay yaşam mücadelesi verdikten sonra 42 yaşında hayata gözlerini yumdu. Onunla birlikte sanki ben de ölmüştüm.

O gece beni teselli etmek için arkadaşlarımız gelmişti. Kendimi yemek yemeye zorlarken, kocamın yakın arkadaşlarından birinin altı yaşındaki kızı, "Bayan Alice, başka biriyle mi evleneceksiniz?" diye sordu.

"Hailey!" diye bağırdı içlerinden biri. Onun kocaman gözlerine bakınca benim yeniden mutlu olmamı istediğini kolaylıkla anlayabiliyordum.

"Dünyanın en iyi eşine sahip olmuşsan, bir daha evlenmek is*temezsin." diye yanıtladım.

Oysa üç yıl sonra, hayatıma yeniden neşe getiren babası Mark'la evlendiğimde, dünyanın en iyi ikinci eşine sahip olduğumu Hailey'e söyleyebilirdim. Hailey şu anda 15 yaşında ve bana hayatın devam ettiğini bilgece gösterdiği o masum soruşu aklımıza geldiğinde hala gülümsüyoruz.

Alice Cravens Moore Woman's World'den (Kadınların Dünyası) alınmıştır.

Çocuklar sizin dünyanızı sizin için yeniden keşfederler.

Susan Sarandon

BİR HATIRLATMA

Aralığın 24'ünde, babamın cenazesinin kaldırıldığı günün akşamında kardeşlerimle annemin nerede yaşayacağına karar vermek amacıyla ço*cuklukta yaşadığımız evde biraraya gelmiştik. Babam geride beş çocuk ve 54 yıllık yaşamının sevgi abidesi annemi bırakmıştı. Annem zar zor yürüyor ve hareket edebiliyordu. Babam onun en büyük yardımcısıydı. Annemin yalnız yaşaması düşünülemezdi.

Konuşmaya başladık. Annem de konuştuklarımızı dinliyordu. Tartışmalarımız gittikçe alevlendi. Şokun etkisiyle düşünme yetimizi kaybettiğimizden, yaşadığımız acı bağlarımızı gevşettiğinden konuşma anneme nasıl bakılacağından çok bunun neye mal olacağı çerçevesinde dönüp dolaşıyordu. Tartıştıkça acımız arttı ve babamın kaybının bir*birimizi kaybetmemizle sonuçlanacağım düşünmeye başladık. Annem şaşkınlık içinde bizi dinliyordu. Ailemizin babamla birlikte öleceği korkusunu yaşamaya başlamıştık.

Savaşın tam ortasında önce kapının çaldığım sonra da dini şarkılar söylendiğini duyduk. Erkek kardeşim kapıyı açtı. Hepimiz de gör*düğümüz şeye çok sevindik. Dışarısı genç kilise öğrencileriyle doluydu. Başlarında o gün babamı gömen rahip vardı. O da en az bizim kadar şaşırmıştı. Bu evin bizim ailemize ait olduğunu bilmiyordu.

Dersimizi almışçasına "Peace on Earth" (Yeryüzünde Barış) melodisini dinledik ve kapıyı kapadık. En büyük erkek kardeşim şaşkınlık içinde, "Onları babam gönderdi. Bize adam olmamızı ve annemize bakmamızı söylüyor." diyerek mırıldandı.

Beynimizde bu sözler yankılanarak tartışmayı kestik ve birkaç saat içinde bir plan yaptık. Annem erkek kardeşlerimden biriyle yaşayacaktı. Çocukluğumuzun evi kapalı ve çıplak olacakta, ama ailemiz yeniden doğmuş gibiydi.

Marily L. Teplitz

BENİM KAHRAMANIM

Gordyn dayımı hep bir kahraman olarak görmüşümdür. Ben altı ya*şındayken ayakkabılarımdaki çamurları siler, başımın belaya girmesini önlerdi. Üniversitedeki ilk yılımda annemle, onun modası geçmiş, kendisine küçülmüş giysilerini bana giydirip okula göndermek istemesi konusunda şiddetli kavgalar yaşamıştık. Dayım benim tarafımı tuttuktan sonra bu tartışma bir daha gündeme gelmemişti. Annemler bana değil de erkek kardeşime araba aldıklarında dayım bu adaletsizliğe de par*mak basmışta.

Dayımın en sevdiğim yanı, benim kendimi dünyadaki en değerli insan gibi hissetmemi sağlamasıydı. Annemle babam 50'nci evlilik yıldönümlerini kutlamayı planlarlarken o yıldönümü kutlamalarına ka*tılmayacağım belirtmişti. Yengemden boşanalı 20 yıl olmuştu, ama bütün aileyle yüz yüze gelme düşüncesi ve bu boşanmayı onaylamadıklarından emin olmak onu rahatsız ediyordu. Sürekli hayır demesine rağmen, annem gelip gelmeyeceğini bir kez daha sorduğunda, anneme bir daha sormamasını söylemişti. Partide onu görünce yanma yaklaşıp annemi her aradığımda gelip gelmeyeceğim sorduğumu söyledim. "Biliyorum tatlım," dedi "zaten ben de bu yüzden geldim." Kendimi hep onun küçük prensesi gibi hissediyordum.

Öldüğünde, "Üzgünüm, çünkü bir daha onunla Noel kutlayamayacağım," diye düşündüm. Fakat üzüntüm bundan daha derindi. Bir yetişkin olarak her ne kadar arkadaşlarımdan sevgi ve kabul görsem de içimdeki altı yaşındaki çocuk, çocukken reddedilmiş ve sevgisizlik çekmişti. Artık kimse beni prenses gibi görmeyecekti. Benimse buna aşırı derecede ihtiyacım vardı.

Bir gece rüyamda Gordyn dayımı altı yaşındaki kızı kollarına almış sallarken gördüm. Yetişkin halime "Her ikisini de yaptım." dedi. "Şimdi sıra senin." Ona bunu anlamadığımı söyledim. "Yıllar boyunca

kendini hiç sevmedin." dedi. "Ben de bu yüzden seni hem kendi ye*rine, hem de benim yerime sevmek zorunda kaldım. Her ikisini de yap*tım. Şimdi sıra sende." Kalbimde küçük Nancy'yi kollanma aldım ve "Sen benim küçük prensesimsin" diye fısıldadım. Nancy'nin göz*lerindeki bakış o eskiden gördüğüm bakıştı. Bu küçük bir kızın kendi ki*şisel kahramanına gönderdiği bakıştı.

Nancy Richard-Guilford


BÜYÜK B

Ben ona Büyük B adım takmıştım. O benim büyük erkek kardeşimdi. Biz birbirimizin tam zıttıydık ve birbirimizi çılgına çeviriyorduk, ama aramızda oldukça güçlü ve yıpranmaz bir bağ vardı. Her ikimiz de yaptığımız hiçbir şeyin, ne kadar denemiş olursak olalım yeteri kadar iyi olmayacağım biliyorduk. Tanıyan herkes Büyük B'ye hayrandı. Ko*caman bir yüreği vardı. Kendisi hariç herkesin iyiliğim isterdi.

Toplum tarafından *****, tembel, disiplinsiz ve geri zekalı olarak etiketlenen yüzlerce çocuğa ders vermişti. Kardeşim o çocuklarda farklı bir beceri keşfetmişti. Esasında, kendisi de öğrenme güçlüğü çekiyordu. Bu onun sırrıydı. O ve öğrencileri bu dünyada farklı biri olmanın ne ol*duğunu birlikte keşfediyorlardı.

Büyük B yaşamının son yılında başka bir zorlukla daha yüz yüze gel*mek zorunda kalmıştı. Sevilmeye değer biri olduğunu kabullenmek is*

temiyordu. Büyük B dokunduğu herkese mutluluk ve sevgi saçan bir ışıktı. Bunu, o hariç herkes anlamıştı.

Ben ona sevilmeye değer biri olduğunu ispat etmeye kararlıydım. Kanser, altıncı ve son kere bütün vücudunu sarınca, sonunda acı ve karmaşa dolu dünyasının kapılarını açıp içeri girmeme izin verdi. Hayatının son günlerinde avuç kadar kalmışta. Gözkapakları ka*panmıyordu. Göz kapaklarım kırpamayacak kadar zayıf düşmüştü. Sesi fısıltı halinde çıkıyordu. Bütün yapabileceğim onu kollarımın arasına alıp sevmekti. Onun bütün yapabileceği ise bunu kabul etmekti.

Büyük B hayatı boyunca şımartılmıştı ve bu hoşuna gidiyordu. Kendini konuşamayacak kadar zayıf hissettiğinde, parmak uçlarıyla elime dokunup elini tutmamı istiyordu. Erkek kardeşim sonunda sevgi alıp ver*meyi öğrenmişti. Yıllarca yapılan kavgalar, anlaşmazlıklar ve duyguları yakalayamama çaresizliği sona ermişti. Sonunda daha büyük bir gücün ona kendini sevmesi konusunda yardımcı olmasına teslim olmuştu.

Son konuşmalarımızdan birinde gizli gizli kulağıma "Ben gerçekten seviliyorum, değil mi?" diye fısıldadı. Bu onun hayat bulmacasının eksik kalan parçasıydı. Sonunda sevilmeye hakkı olduğunu anlamıştı.

Paula Petrovic

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok önemli.....
Lütfen;
bir :)) bile olsa yorumlarınız beni mutlu edecek..