Sayfalar

10 Ocak 2010 Pazar

SEVİNÇLİ BİR ÇOCUĞUN KALBİNDEN GEÇENLER
Sevgili Annem ve Babam,

Bu mektubu, ben gelmeden önce ebeveynliğe yaklaşımınızı gözden geçirmeniz umuduyla yazıyorum. Ben sevinçli bir çocuğum. Sevgiye, saygıya, düzene ve tutarlılığa çok düşkünüm. Yanınıza geldiğimde, gözünüze oldukça küçük görünebilirim. Yetişkin biri olmayabilirim, ama benim de insan olduğumu gözardı etmeyin.

Bir müddet sizinle konuşamayacağım, ama sizi kalben tanıdığımdan emin olabilirsiniz. Duygularınızı hissediyor, düşüncelerinizi özümsüyorum. Sizi sizden daha iyi tanımaya başlayacağım. Sessizliğim sizi yanıltmasın. Ben sizin hayal edebileceğinizden daha hızlı büyüyor ve öğreniyorum.

Gördüğüm her şeyi hafızama alıyorum. Bu yüzden bana gözümü dinlendirebilecek güzellikleri sunun. Duyduğum her şeyi kaydediyorum.

Bu yüzden bana ne kadar sevildiğimi gösterir hoş müzikler dinletin ve güzel sözcükler söyleyin. Kulaklarımın yorulmaması için sessiz bir ortam hazırlayın. Ben hissettiklerimin hepsini özümserim, o yüzden bana hayatı sevgiyle paketleyin.

Sabırsızlıkla sizin olacağım günü bekliyorum. Yaşama fırsatım yakaladığım için çok mutluyum. Belki siz de beni görünce hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlayacaksınız.

Sevinçli çocuğunuz,

Donna McDermott

Anababanızın sevgisini anlayabilmeniz için sizin de çocuk yetiştirmeniz gerekir.

Bir Çin Atasözü


NOEL TOSTU

Bir Pazar akşamüstü Noel ağacımızı eve taşıdıktan sonra, iki oğluma yatmak için hazırlanmalarım söyledim. Justin, ailece oturup ağacı hayal etmemizin harika olacağını söyledi. Bunun sadece bir dakika alacağını söyleyerek yalvardı.

Vakit geç olmasına rağmen, bunu yapmayı kabul ettim. Ona bunun harika bir fikir olduğunu belirttim. Ağacın altında oturup Noel'e hoş geldin demeyi, çırpılmış yumurtalı süt içmeyi ve bunu kutlamayı önerdim. Justin çok heyecanlandı; mutfağa koştu, buzdolabının içinden çırpılmış yumurtalı sütü kapıp geldi. Sütü en güzel kristal bardaklarıma koydum. Bardakları ağacın yanındaki sehpanın üzerine yerleştirdim ve diğer odadaki büyük oğlumu çağırdım.

Ağacın yanma oturduktan sonra bir nedenle ortadan kaybolan Justin'e seslendim.

Justin, "Geliyorum, anne. Bir dakika içinde oradayım. Tost neredeyse oldu." diyerek yanıt verdi.

Mutfakta bize tost yapıyordu. Kocam ve ben Justin mutfaktan dört parçaya bölünmüş tostu koyduğu tepsiyle, "Evet, şimdi hazırız. İşte Noel tostlarınız." diyerek çıktığında gülmemek için kendimizi zor tuttuk.

Ağacın yanma oturduk; bir yandan ağacın tadına varmaya çalışırken, bir yandan da sütümüzü yudumluyor ve tostumuzu yiyorduk. Yaptığıyla aşırı derecede gurur duyduğundan ona kutlamanın ne anlama geldiğini, tost yemek demek olmadığım söyleyemedik. O akşam Justin'in yüzündeki ifadeyi düşündükçe hala gözlerim yaşarır. O kadar mutluydu, ben de o kadar mutluydum ki o gece diğer gecelerin aksine erken yatmaları için onlara ısrar etmedim. Bazen bir dakika vererek, daha fazla kazandığımızı öğrendim.

Kelly Ranger

NE KADAR KOCAMANSA O KADAR İYİ

Karen ve ben, oğlumuz Michael'ın anaokulunu ziyarete gittiğimiz o gün kendimizi günün anababası gibi hissetmiştik. Bize sınıfım gezdirirken ve arkadaşlarıyla tanıştırırken çok eğlendik. Kesme, yapıştırma, dikme aktivitelerine katıldık. Günün en güzel kısmım kumlarla oynayarak geçirdik. Tam bir cümbüşlü.

"Halka olun" diye seslendi öğretmenleri. "Hikaye anlatma zamanı." Ortada ayakta durup sırıtmamak için Karen ve ben de yeni arkadaşlarımızla halka oluşturduk. "Kocaman" adlı hikayeyi bitirdikten sonra, öğretmen "Size kendinizi ne kocaman hissettiriyor?" diye sordu.

"Böcekler bana kendimi kocaman hissettiriyor" dedi çocuklardan biri. Diğeri "karıncalar" diye seslendi. Bir diğeri de "sivrisinekler" diye bağırdı.

Öğretmen sınıfı düzene sokmak istiyordu. Ellerim kaldıran çocuklara söz hakkı veriyordu. Sonra küçük bir kız çocuğunu işaret ederek, "Evet, güzelim sana kendini ne kocaman hissettiriyor?" diye sordu. Ço¬cuğun yanıtı "Annem" oldu.

"Annen sana kendini nasıl kocaman hissettiriyor?" diye sorguladı öğretmen. "Çok basit" dedi minik kız, "Beni kucaklayıp, seni se¬viyorum, Jessica diyerek."

Barry Spilchuk


BİRAZ DAHA BENZİN

Bob'un babası Stockton'da araba satıyordu. 1958 model bir Cadillac arabası vardı, bu araba onun gururu ve neşesiydi. Bilirsiniz, kuy¬ruğu cennete kadar uzanan o upuzun arabalardan, hani sahibinden insanlar kadar ilgi gören. Asla açık havada bırakılmaz, sabırla yıkanır ve cilalanır. İnsanoğlunun tekerlekli aletlere düşkünlüğünün en güzel örneklerinden biridir. Bob, on altısını henüz devirmiş, ehliyetini de yeni almış. Onun Cadillac'ı kullanmak için ölüp bittiğini bilen babası eline üç dolar sıkıştırmış ve onu benzin almaya yollamış.

Kendiyle gurur duyan ve arabayı kullanmaya aşırı heveslenen Bob arabayı benzin istasyonuna doğru sürmüş. İstasyondaki görevli depoyu doldurmuş, camları yıkamış, arabanın yağım ve lastiklerin havasını kontrol etmiş. Bu arada Bob yüzünde gülümsemeyle arabada oturmuş (unutmayın, 1960 yılından söz ediyoruz).

Ve akla gelmeyen şey olmuş. Benzincideki görevli ne olduğunu anlayamadan araba hızla kalkmış, Bob hızla köşeyi dönmüş, hızım ala¬mamış ve arabanın yanım beton sütuna çarparak göçürmüş. O anda midesinde bir ağrı hissetmiş ve bir an için oradan kaçıp uzaklaşmak istemiş. Babasının yüzündeki ifadeyi aklına getirmek bile onu çıldırtmış. Hangisinin daha kötü olduğunu çıkaramamış; babasının öfkesinin mi, yoksa yaşadığı hayal kırıklığının mı? Her iki durumda da bu olayla yüzleşmek zorunda olduğunu düşünmüş. Arabayı e ve geri sürmüş, park etmiş, yüreği burnunda, başında ağrı, on altı yaşındaki delikanlı babasının karşısına dikilmiş.

Birlikte zararı belirlemek için dışarı çıkmışlar. Zarar makulmuş. Bob babası hiçbir şey söylemeden orada dururken adeta bir asır geçmiş gibi hissetmiş. Sonunda, Bob babasına dönmüş ve titreyen bir sesle "Baba, benim ne yapmamı istiyorsun?" diye sormuş.

Babası arka cebindeki cüzdanına uzanmış ve içinden iki dolar çıkmış. Parayı Bob'a uzatmış ve "Oğlum, sanırım gidip biraz daha benzin alsan iyi olacak." demiş.

CariMorrison


O BENİM ÜVEY BABAM DEĞİL!

Annem ben sekiz yaşındayken ölmüş. Bu hepimiz için üzücü bir olaydı. Altı ay sonra babam Cathy'yle tanıştı. Cathy'nin Megan ve Griffin adlarında iki çocuğu vardı. Onları daha gördüğüm ilk gün sevdim. Esasında ne kadar sevdiğimin pek farkında değildim.

Bir buçuk yıl sonra babam Cathy'yle evlendi. Birbirlerine aşıklardı. Düğünlerinde Megan ve Griffin'i ne kadar çok sevdiğimi anladım. O günden sonra yeni ailemizin sığabileceği büyüklükte bir ev bulana kadar (iki aileyi birleştirdiğimizi için) bir Cathy'nin, bir bizim evde kalıyorduk. Bir gece Cathy'nin evindeydik ve Cathy'yi öpmek için sıra olmuştuk. Griffin en sonuncuydu. Cathy, Griifin'e kendisini öptükten sonra "Grif, şimdi de üvey babana öpücük ver." dedi.

Griffin oldukça sinirlendi ve "O benim üvey babam değil, babam." dedi.

Jane Kelley

BİR FİYATINA İKİ TANE

Kuzenim Lee Ann, "Jamie nerede?" diye çığlık attı. Annemlerin evinde havuzun kenarında oturuyorduk. Ben de "Aman Allahım Jamie nerede?" diye bağırmaya başladım. Beş yaşındaki oğlumun anlık kay*boluşu bütün vücuduma şok dalgaları yaymıştı.

Havuzun kenarında güvenlik çiti vardı ve havuz derinleşmeden önce belli belirsiz bir eğim göze çarpıyordu. Çocuklarımızı büyükannelerinin havuzunda serinlemeye getirmek bizim için olağandı; biz arkalarında beklerken, onlar da sırılsıklam suyla oynaşırlardı.

Lee Ann'in bağırdığı o korkunç öğleden sonra sanki Jamie havuzun güvenlik çitinin yanında yürüyordu da derin tarafa ayağa kayıp düşmüştü. Belki de sadece bir saniye gözümü ondan kaçırmıştım ve işte yok olmuştu. Suyun dibinde onu gözüme kestirdim ve dalıp dışarı çek*tim.

Onu zorla dışarı çekip çıkarttıktan sonra, suya girmek istemediğini söyleyerek tekmelemeye, bağırmaya, ağlamaya başladı. Suçluluk duygum onu çıkarmayı ve isteğine uymayı söyledi, ama babalık içgüdüm onunla birlikte havuzda kalmamı emrediyordu. Ona suyun tehlikeli olabileceğini, suyla oyun olmayacağım söylerken her ikimiz de titriyorduk. Havuzun etrafında yürürken onu kendime yakın tutuyordum. Birkaç dakika sonra bana artık korkmadığını söyledi. Yine suyla oynamak istediğini belirtti.

Bu kadar kötü bir baba olduğum için kendimi suçlu hissediyordum. Kendi kendime "İyi babalar çocuklarının boğulmasına izin vermezler." diyordum. Kendimle hesaplaşmamın tam ortasında, Lee Ann yanıma geldi ve "Sen müthiş bir babasın. Bununla başetme şekline hayran oldum. Bir daha sudan hiç korkmayacak." dedi.

Lee Ann o gün iki hayat birden kurtardı. "Jamie nerede?" diye çığlık atarak oğlumun hayatım ve bir baba olarak da benim hayatımı. Harika yorumuyla utancımı gurura dönüştürüvermişti. Kendinize başkalarının gözüyle baktığınızda gerçekten şaşırtıcı şeyler olabiliyor.

Barry Spilchuk

ENGELLERİN ÜSTESİNDEN GELME ÜZERİNE

KÖR TUTKU

Charlie Boswell benim için her zaman bir kahramandır. Bana ve binlerce insana şartları zorlama ve gerçek arzularımızı gerçekleştirme konularında ilham kaynağı olmuştur. Charlie II. Dünya savaşında ateşe verilmiş bir tankta bulunan arkadaşım kurtarmak isterken kör olmuş. Kaza öncesinde çok büyük bir atletmiş. Sonra kararlılığı ve becerisine olan güveniyle yepyeni, çok az insan tarafından denenmemiş, gören bi*rinin bile oynamayı hayal edemeyeceği bir spor olan golfu denemeye karar vermiş.

Kararlılık ve bu oyuna karşı duyduğu derin sevgi onu Uluslararası Körler Golf Şampiyonu yapmış. Bu şerefe 13 kere nail olmuş. Onun örnek aldığı insan ünlü golfçu Ben Hogan'mış. Charlie, bu yüzden 1958 yılında Ben Hogan adına verilen ödülü kazanınca çok gu*rurlanmış.

Ben Hogan'la tanışınca hayranlığım gizleyememiş ve Ben Hogan'a bir tur da olsa onun la golf oynamayı çok istediğim belirtmiş.

Charlie'nin başanlarını duyan ve becerilerini takdir eden Ben Hogan bir tur oynamanın onun için de bir gurur olacağını söylemiş.

Charlie "Parayla mı oynamak istersiniz Bay Logan." diye sormuş. "Sizinle parayla oynayamam. Bu haksızlık olur." demiş Bay Logan. "Hadi, Bay Logan delik başına 1000 dolar."

Gözleri gören golfçu, "Yapamam. İnsanlar benim hakkımda ne dü*şünürler. Sizden faydalandığımı zannederler."

"Korkuyor musunuz Bay Logan?"

"Peki" der Hogan, "ama en güzel oyunlarımdan birini oy*nayacağım."

Kendine güvenen Boswell "Bu gayet normal" diye yanıtlar.

"Söz hakkı sizin Bay Boswell, zamanı ve yeri siz belirleyin!" Boswell güven içinde, 'Bu gece saat 10" yanıtını verir.

John Kanary

REÇELDEN KALANLAR

1933yılıydı. Yarım gün çalıştığım isimden çıkarılmıştım, artık aile bütçesine hiçbir katkım olamıyordu. Tek gelirimiz annemin başkalarına elbise dikerek kazandığı paraydı. Sonra annem birkaç hafta hastalandı ve çalışamaz oldu. Elektrik idaresinden geldiler ve fa*turalarım yatıramadığımız için elektriğimizi kestiler. Sonra da ha*vagazı şirketi havagazımızı kesti. Sonra sular idaresi. Ama Sağlık Ba*kanlığı, halk sağlığım koruma tedbirleri dahilinde suyumuzu yeniden bağlattı. Dolabımızda yiyecek çok az şey kalmıştı. Arka bahçemize sebze ekmiştik, bahçede ateş yakıp pişirebildiklerimizi pişiriyor ve yi*yorduk.

Bir gün küçük kız kardeşim hoplaya zıplaya okuldan geldi ve "Yarın fakirlere vermek üzere okula birşeyler götürmemiz gerekiyor." dedi.

Annem, "Bizden daha fakir olabilecek birilerim tanımıyorum." di*yerek söylenmeye başladı. Bizimle yaşayan büyükannem elini annemin koluna koyarak okşadı.

"Eva" dedi, "Eğer bu çocuğa bu yaşta fakir olduğu fikrini kabul ettirirsen, o ömrünün geri kalanım öyle olduğunu düşünerek ya*şayacaktır. Orada bir kavanoz evde yaptığımız reçellerden kalmıştı. Bırak onu okula götürsün."

Büyükanne biraz kağıt ve bir parça pembe kurdele buldu. Son reçel kavanozumuzu paketledi. Sis ertesi gün gururlanarak okula "fakirlere hediyesini" götürdü. Bu olaydan sonra toplulukta bir sorun yaşanıyorsa, o kendisini doğal olarak çözümün bir parçası görmeye baş*ladı.

Edgar Bledsoe


BU ADAMI KİMSE DURDURAMAZ

Glenn Cunningham beş yaşında bacakları feci şekilde yandıktan sonra sakat kalmış ve yaşamının geri kalanım tekerlekli sandalyeye mahkum geçirir düşüncesiyle doktorlar tarafından kendi haline bırakılmıştı. "Bir daha yürümesi mümkün değil. Hiç şansı yok." demişlerdi.

Doktorlar bacaklarım incelemişler, ama Glenn Cunningham'in kalbini dikkate almamışlardı. Q doktorlara kulak asmadı ve yürümeye ça*lıştı. Yatakta yata yata zayıf kalan kıpkırmızı bacakları yara içindeydi. Glenn, "Gelecek hafta, yataktan kalkacağım ve yürüyeceğim." dedi ve bunu başardı.

Annesi perdeyi açtığında Glen'in bahçedeki eski tırmığa nasıl ulaş*tığım camdan izlediğim anlatıyordu. Her birini bir elinde tutarak çarpılmış bacaklarına hareket kazandırmıştı. Her bir adımda acıyı yaşayarak, yavaş yavaş yürümeye başlamıştı. Önce hızlı hızlı yürümeye başladı, pek zaman geçmeden de koşmaya. Koşmaya başladıktan sonra daha kararlı biri olup çıkmıştı.

"Hep yürüyeceğime inandım ve başardım. Şimdi de herkesten daha hızlı koşacağıma inanıyorum." Bunu da başardı.

1934yılında 4.06'yla dünya rekorunu kırarak maratonda da kendisini ispat etmişti. Madison Square Garden'da yüzyılın en başarılı atleti olarak onurlandırılmıştı.

Jeff Yalden

Başarısızlık imanı hayal kırıklığına uğratabilir Ama denememek yok olmaya mahkum edecektir.

Beverly Silis

HAYATTA KALMAMIZI SAĞLAYAN ÖZELLİKLERİMİZ

Birkaç yıl önce kendimi evden oldukça uzakta küçük bir hapishane hücresinde buldum. Savaş tutsağı olarak tam altı yıl boyunca işkenceye, aşağılanmaya ve açlığa maruz kaldım.

Bu manzarayı gözünüzde canlandırabilmeniz çok önemli. Kovadaki idrarınızı kokladığınızı, ağzınızın kenarından akan terinizin, gözyaşınızın ve kanınızın tuzunu tattığınızı hayal etmek için kendinizi zor*layın. Çatısı ipince hapishane hücresindeki tropikal sıcaklığı hissetmeye çalışın. Birlikte geçirdiğimiz birkaç dakika boyunca başarılı olabilirsem, bir genç, öğrenci, lider, anne ya da baba olarak yüz yüze geldiğiniz zorlukların benim hapishane hücresinde yüz yüze geldiğim zorluklarla aynı olduğunu anlayacaksınız: Korku, yalnızlık, başarısızlık ve iletişim kuramama duyguları. Daha da önemlisi, bu zorluklara tepkiniz benim hücrede hayatta kalabilmek için verdiğim tepkinin aynısı olacaktır.

Siz hapishane hücresinde sağ kalabilmenizi sağlayacak hangi özelliklere sahip olabilirsiniz? Lütfen burada biraz durun. Bu soruyu dü*şünün. Bu sayfanın kenarına sağ kalabilmenizi sağlayacak en az beş özelliği yazın. (Eğer inanç, bağlılık ve kendini adama olarak yazmışsanız, olayı çözümlemişsiniz demektir.)

Hapishanedeki ilk birkaç aydan sonra ardı arkasına geçen yıllarda bir şekilde yolumu bulabildiğim için anne babamdan, öğretmenlerimden, gençlik liderlerinden ve din adamlarımızdan ayakta kalabilme konusunda epeyce şey öğrendiğimi anlamıştım. Hücrede kul*landığım hayat kurtaran yöntemler, kitaplardan öğrendiğim bilgilerden çok değer yargılarımla, dinsel inançlarımla ve dirliğimle ilgiliydi.

Bunlar size bir şey ifade ediyor mu? Hayatta karşılaştığınız zorluklar benim bir komünist hapishanesinde geçirdiğim altı yılla eşdeğer olabilir.

Şimdi şu teste göz atalım: Bundan sonra ilk büyük sorunla karşılaştığınızda, bu sayfayı açın ve benim yazdıklarımı değil de kağıdın ke*narına kendi yazdıklarınızı okuyun. Hapishane hücresinde işinize ya*rayacağım düşünerek yazdığınız şeylerin günlük yaşamda karşınıza çıkan güçlükleri aşmanıza daha fazla faydası olacağım göreceksiniz.

Charlie Plumb

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok önemli.....
Lütfen;
bir :)) bile olsa yorumlarınız beni mutlu edecek..